Mustafa Kemal, Kemalizm ve Tabu Sevenler

Herhangi bir devlete özel düşmanlığım yok ama tüm devletlere ayrımsız karşıyım.
Hiçbir devlet adamına ya da kurucusuna karşı da özel bir düşmanlığım yok ama devlet adamlarının ve kurucularının hiçbirini sevmem. Çünkü devlet kuruculuğu demek, öldürme, işkence, baskı ve sömürü aygıtlarının kuruculuğu demektir bence.
Mustafa Kemal Atatürk’le hiçbir alıp veremediğim yok. Kendisini tanımam. Şahsıma karşı herhangi bir olumsuz tutumuyla da karşılaşmadım. Kendisi hakkında anlatılanlardan edindiğim izlenime göre, kararlı bir devlet adamıymış. Yani ölüm, işkence baskı ve sömürü aygıtını kurmakta ve geliştirmekte duraksamayan bir lider. Buna rağmen, kendisiyle aramdaki uzaklık, diğer devlet kurucularıyla ve devlet adamlarıyla olan uzaklıktan daha fazla değil.  Kafamı meşgul eden, Mustafa Kemal’den çok, onun adına kurulan devlet ideolojisi: Kemalizm.
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin temellerindeki bu Kemalizm ideolojisi nedir, fiiliyatta nasıl uygulanmıştır?
Ok 1
Kemalizm, başından itibaren kapitalist-emperyalizmle iç içe olmuştur. “Kurtuluş savaşı” denen şeyin, “düveli muazzama” adı verilen o zamanki emperyalist devletlerle savaşmakla bir ilgisi yoktur. Ankara hükümeti, düveli muazzamanın desteğini çektiği Yunan ordusuyla savaşmıştır sadece. Yine Mustafa Kemal ve maiyeti, ülkeden emperyalist sermayeyi atmak için herhangi bir girişimde bulunmadıkları gibi, emperyalistlere kapıları sonuna kadar açmış ve ülkeyi onlarla birlikte yağmalamışlardır. Ülkenin, 1950’deki Demokrat Parti iktidarıyla emperyalizme teslim edildiği büyük bir yalandır.
  Ok 2
Kemalist iktidar başından sonuna kadar baskıcı, anti-demokratik bir iktidar olmuştur. Adı üstünde, bir tek parti diktatörlüğüdür bu. Dolayısıyla, hakim sınıflar içindeki farklı fraksiyonlara bile hayat hakkı tanımayan, hatta, Şeyh Sait isyanından ve İzmir Suikastından sonra yapıldığı gibi onları da baskı altına alan tekelci bir iktidardır. Ancak 1946’dan sonra, Fikret Başkaya’nın deyişiyle, taşaron partilere izin verilecektir. Taşaron partinin anlamı, gerçek iktidarın yine Kemalist devlet diktatörlüğünün elinde bulundurulmasıdır. Bu Kemalist rejim, sadece düzen içi muhalifleri ezmekle kalmamış, komünistlere baskı ve işkencenin en korkunçlarını uygulamıştır. Üstelik komünistler, Komintern’den aldıkları talimatların gereği olarak bu Kemalist iktidarı kölece destekledikleri halde.
  Ok 3
Kemalist rejim, üniter ulus-devletçi misyonunun gereği olarak, içerde ırkçı-asimilasyoncu bir politika uygulamış, Kürtlerin direnişine devlet baskısı, idam ve katliamlarla cevap vermiştir. Zaten bu ideolojinin temelinde, Anadolu’daki Ermeni ve Rum halklarını yok eden İttihat Terakki ulusal katliamcılığı yatmaktadır. Kemalistler bu politikayı aynen devralmış ve sürdürmüşlerdir. 1940’lı yıllarda varlık vergisi aracılığıyla azınlıklara uygulanan cezalandırma ve zorla çalıştırma politikası bunun en açık kanıtıdır. Bugün Türkiye Cumhuriyetinin Ermeni katliamını inkârının en büyük nedeni de devraldığı bu katliamcı mirastır.
 Ok 4
Kemalizm, ulusal baskıcı olduğu gibi, dinsel baskıcıdır da. Üstelik onun dinsel baskıcılığı iki taraflı çalışan bir bıçak gibidir. Şimdi var mı bilmiyorum ama eskiden nüfus cüzdanlarında din ve mezhep zorunlu olarak yazılırdı. O kadar “laik” olan Kemalist Cumhuriyet bu zorunluluğu neden koymuştu acaba? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Türk olduğu kadar İslamdı da. Hem de nüfus cüzdanının mezhep kısmına zorla “Hanefi” diye yazdırtacak ölçüde. Kemalist Cumhuriyetin dincilere baskısı, tamamen dini devletin tekeline alma çabasının ürünüdür, yoksa aydınlanmacı bir ideolojinin değil. Kaldı ki, Kemalist iktidar yalnızca sunni inançlı kesimleri değil, alevi inançlı kesimleri de baskı altında tutmuş, onların kendi ibadetlerine izin vermemiştir. Kemalist Cumhuriyet, ordu ve din de dahil olmak üzere kadim Osmanlı’nın tüm mirasını devralmış, aslında genç değil, kadim bir devlettir.
 Ok 5
Kemalist Cumhuriyeti kuranlar ve bugünlere kadar getirenler, halkla hiçbir zaman kaynaşmayan, işçileri ve köylüleri küçümseyen elitler tabakasıdır. Bu tabaka, işçilerin ve köylülerin aşırı sömürülmesi, kanının emilmesi sonucu palazlanmıştır. Kemalist iktidar, 1960’lara kadar işçi sınıfının yasal ekonomik örgütlenmesine bile izin vermemiş, “milletin efendisi” köylüyü bir yük hayvanı derekesinde insafsızca sömürmüştür. Bu mirasın temsilcisi CHP’nin köylük bölgelerden hiçbir zaman yeterli oyu alamamasının en önemli nedeni budur.
 Ok 6
Kemalist ideoloji, “inkılapçı” değil, tipik muhafazakâr bir ideolojidir. Kendi devletini ve ideolojik hegemonyasını kurduktan sonraki tüm çabaları, hayatı dondurmak ve değişim yolundaki her gelişmeyi engellemek yolunda olmuştur. Kemalistlerin “inkılap” dedikleri, kendi karşıdevrimci hegemonyalarını, tüm iktidarlar gibi, bir yandan baskı, diğer yandan rıza yoluyla sağlama almak için girişimde bulunmaktır. Bu 'ne pahasına olursa olsun' yönetimde olmak hırsı, kemalizmi aynı faşizm ve nazism gibi 'gerçek değil ama yandan çarklı ideolojiler' sınıfına sokar.

   Biraz ilgililerin duymuş olduğu "kemalizm bir ideoloji değildir" söylemi işte bunun üzerine parmak basar. Peygamberlerin "amaca uygun" sözlerinden dinlerin yapılması gibi birşey...omuriliğini bırakmadan politikaya karışılmıyor....esasında din de politika olduğuna göre diktatörlük peygamber olarak kabûl edilen insanların gölgesi. Pekiyi diktatörlerin kabûl edilen peygamberliklerine ne denir?
Apotheosis
( apo- „uzak-, uzağa“ve theósTanrı“  Eski Yunanca)
Tanrılaştırma, dünyasal bir varlığın (bir fikir/bir yerleşim yeri) ya da ölümlü bir insanın tanrı ya da yarı-tanrı katına yükseltilmesi. Tanrılaştırma genellikle ölümün ardından yapıldığı halde, zaman zaman Roma İmparatoru Domitian'da olduğu gibi kendisini yaşarken tanrı ilan ettiren tarihsel kişiliklere de sık sık rastlanır. Tanrılaştırmayı genellikle, tanrılaştıralan kişi için bir kült oluşturulması, tapınaklar inşaa edilmesi ve festivaller düzenlenmesi takip eder.
          Tabii ki Mustafa Kemal Paşa, bir "Kurucu/kurtarıcı/yoktan varedici" olarak yüceltilip kutsandı...tabulaştı...ona şüphe edenin aklından şüphe edilir. Örnek mi? 'Atatürk’ün Kehanetleri' adlı kitabın yazarı Ali Bertan’ın, "gerek Atatürk, gerekse tarih boyunca geleceği önceden görme yeteneğine sahip olan liderler, peygamberler ve bu yeteneğe sahip olan diğer kişiler bir çok felaketi çok önceden haber vermişler ve neler yapılması gerektiğini anlatmışlardır" paragrafı...Bu putlaştırma, tabulaştırma politikası kanaatimce planlı, programlı uzun bir sürecin ürünüdür, Milli eğitimde bu işin içindedir, çeşitli sivil toplum örgütleri de, siyasi partiler de, netice itibariyle el biriliği ile Mustafa Kemal peygamberleştirilmiştir! Put olmuştur! Puta el sürmek kolay değildir; hem de bu milliyetçi bir kurucu, bir kurtarıcı mistifikasyonu ise! Bu bağlamda ‘Reel Atatürkçülük’ ile Türkiye’de yüksel(til)en milliyetçilik arasında bire bir bağ vardır...     Artık dinlenmeye değer birşey söylediğimize insanları inandırabilmemiz için neredeyse Mustafa Kemal'den alıntı yapmak olmazsa olmaz bir önkoşul halini aldı...Heryerde karşımıza çıkıyor, bir bakıyorsunuz "güzellik yarışmalarıyla" ilgili bir söz söylemiş, bir bakıyorsunuz "hipodromda at yarışı sporuyla" ilgili...Yıllar önce "Leman" dergisinde çıkan bir karikatür geliyor aklıma son zamanlarda;
Öğretmen, öğrenci, köylü, işçi, kadın sıraya dizilmişler Atatürk'ün önünde, Mustafa Kemal hepsine sırasıyla "Öğretmenler ! Yeni nesil sizlerlein eseri olacaktır, geç, sıradaki !"
"Köylü ! Mmm Köylü milletin efendisidir, sıradaki !" şeklinde veciz sözlerle sesleniyor. ...
Güleriz ağlanacak halimize! Hatta bu şehir efsanalerinin ulaştığı boyut itibariyele geçenlerde karşıma çıkan bir örneği de yeri gelmişken sizlerle paylaşmak isterim;
← Burası İzmir Şöförler Odası
 Koca ülke resmen Ali Desidero'lu jilet reklamlarının bir minyatürü haline geldi, bir bayrak açıp vatan elden gidiyor yaygaraları kopartmadığınız zaman kimseler artık sizi dinlemiyor bile, ne emek, ne sömürü, ne kapitalizm, ne küreselleşme, ne insan hakları, ne özgürlükler kimsenin umru bile değil, varsa yoksa ulusal çıkarlarımız, ulusal çıkarlarla çelişmiyorsa kapitalizmde mübahtır, ırkçılıkta, halimiz bu oldu...
Bence gelinen noktada bir solcunun görevi "o bayrağı artık kaldırın yerinden" demek olmalıdır. Bayrağın altında sakladığınız, örtbas ettiğiniz tüm pislikleri süpürmenin vakti geldi de geçiyor bile...Bugün attığımız her adımda karşımıza çıkan "Mustafa Kemal" ve "Vatan, millet, sakarya" edebiyatı bu pisliklerin üstünü kapamak için kullanılan bir kamuflaj elbisesinden başka birşey değildir...Kapitalizminde, emperyalizminde, ırkçılığında üstünü kemalizm bayrağıyla örttükleri zaman saklayabiliriz, kabul görür sanıyorlar.

      Benim bu yazdığım metinle beraber esas tartışmaya açmak istediğim konu:
"Mustafa Kemal" ve "Kemalizm" neden ve nasıl tabu halini almıştır,
yükseltilmeye çalışılan ulusalcılık ve milliyetçilikle bağlantısı nedir sorusudur.
AKP "Atatürk Tabusu"nu Sürdürmezlik Edebilir mi?

AKP'nin "Atatürk Tabusu"nu sürdürmesi Atatürkçüler'e "takıyye" gibi görünse de bu paradoksal durum doğrudan doğruya Kemalist devrimin en büyük zaafıyla, onu doğduğu an muhafazakârlığın ve gericiliğin kucağına iten şeyle bağlı: Bütün modernleşme iddialarına karşın rejimin büyük toprak mülkiyetinin muhafazası ve ticaret erbabıyla dayanışmayı dayatan geleneksel sınıfsal ittifak temeli.

Karşıtlarınca, "Atatürk Devrimleri"nin yeminli düşmanı sayılan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti bugün bütün devlet kuruluşlarında, okulda, kışlada, devlet dairesinde, üniversitede, hastanede, halk kültür merkezlerinde, TRT radyo ve televizyonlarında rejimin merkezi işlevlerinden birini, "Atatürk tabusu"nu yeniden üretme görevini aksatmadan yerine getiriyor. Bu bir "takıyye", bir "Mümâşât" mı yoksa? HAYIR DEĞİL !!

Tabu nereden doğuyor
    Atatürk tabusu tamamen kendine özgü, önceden var olanlara benzemeyen bir şey, doğrudan doğruya bir iktidar pratiğinin, devlet pratiğinin ürünü. Aslında kahramanlara tapınmak, kahramanları yüceltmek çok eski kökleri olan şeyler. Bir kahramanın bir savaştan başarıyla çıkması veya bir büyük felaketin önlenmesindeki gayretleri ya da büyük bir derde çare bulduğu varsayımına atfen yüceltilmesinin Helenlerin Apotheosis'inden çook öncelere gittiği bilinen bir şey. Fakat bu bir devletin, sistemin dayanağı olmayabilir her zaman; "Atatürk tabusu" dediğimiz şey bir mevki tabusunu ve kişi kültünü doğrudan doğruya modernlik, kurtuluş, mükemmellik anlatıları çevresinde birleştiren, bir tek kişiyle başlayıp biten aşırı koşullanmış bir davranış ve düşünce şeklidir.
  Kişi olarak Mustafa Kemal'in hayatta olmasını şart koşan bir şey olmadığı gibi, onu önceleyen devlet pratiğinin bir mirası da değil. Tek, tek kişiler olarak Osmanlı padişahlarının tabu denecek ölçüde yüceltildikleri bir genel pratikten söz edemiyoruz.
  14. Louis "Ben devletim!"demişmiş, o da iş mi? Yanıbaşlarında hem devlet, hem de peygamber biri oluştu! Hilafet'in, belki bu makamın, İslam'ın tamamını kendi şahsında temsil eden bir kişi olarak sultandan ziyade, onu bir kurum olarak temsil eden sultanlık müessesesinin tabu olduğundan söz edebiliriz. Ama hilafetin personifikasyonundan, yani bunun bir şahsa bağlanmışlığından söz edemeyiz.
Ne de tarihte şu padişah - bu padişah, ne şu devlet adamı - ne bu devlet adamında bu kadar tanrılaştırma özellikleri göremeyiz. Belki bu, İslam dininin bütünlüğü açısından baktığımızda, peygamberin kendisi için söylenebilir ama o sultanlar peygamberliği devralmış değiller, o tabudan o şekilde istifade edemiyorlar. Kendi güçlerini o şekilde üretmeleri gelenekte pek mevcut değil.

Daha çok batının 'kurtarıcı önderler geleneği'nden devralınan, ve bir şekilde kahramanı yüceltme, kişiye tapınma kültürüyle de beslenen ama bence doğrudan doğruya Türk cumhuriyetçiliğinin imalatı olan bir tabudan söz ediyoruz. "Atatürk tabusu" dediğimiz zaman.


Eşitler arasında birinci
      1925'e gelinceye kadar Mustafa Kemal'in kendisini gerek "inkılâpçı kadro" içerisinde, gerek Osmanlı imparatorluğundaki muhalif subaylar kitlesi içerisinde ötekilerden ayırt eden herhangi bir yanı yok. O tarihlerde kendisine atfedilen her hangi bir olağanüstü büyüklüğü, diğerlerinden ayırt eden bir başarısı, çağdaşlarınca dillendirilmiyor.
    Kurtuluş savaşı yıllarında o da ötekiler gibi otoritesi ve tarz-ı siyaseti, gerek mücadele arkadaşları, gerek muhaliflerince tartışılan, sorgulanan bir insan. Örneğin 1922'de hem meclis başkanlığını hem ordunun komutanlığını bir arada üstlenmeye kalktığında karşılaştığı çok ciddi muhalefete baktığımız zaman göreceğimiz şey bir tabu kişiliğin karşılaşabileceğinden çok başka. (Bu gerçekte, böylesi bir tabu haline gelmenin ancak doğrudan doğruya uygulanacak bir devletin tüm gücü ve fanatik iktidar pratiği sayesinde olabileceğini anlamamızı sağlayan tersine bir örnek.)

   Bir bütün olarak bakıldığında daha sonra resmi ideolojinin, resmi öğretinin ya da resmi tarihin bize anlattığının aksine 1920'lerin başlarında Mustafa Kemal'in müstakbel Türk Devletinin başına geçecek kişi olduğu verili ya da bir "kader çizgisi" olarak belirmiş değil. Kendisine eşdeğer asker ve sivil rakipleri var. Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak askeri güç sahipliği açısından ondan çok daha kudretli komutanlar. Biri (Çakmak) bütün silahlı kuvvetlerin komutanı, öteki Doğu Cephesinin komutanı, Batı cephesinin komutanı İsmet Paşa da benzer bir otoriteye sahip, aşağı yukarı birbirine eşit insanların birbirinden farklı işlevler yürüterek sürdürdüğü bir mücadeleden söz ediyoruz. (Ama bu arada doğruyu yanlışı, yolu yöntemi kendi kudretinin hırsına yem eden bir kararlılık açısından bir kıyaslama yapıolamayacağını da belirteyim)

    Tarihin eşitsiz gelişmesi yasası her zaman işler, eşitler arasında biri daha öne doğru çıkar.
Tarihsel, siyasi koşullar, toplumsal ilişkiler, konjonktür, bunların hepsi bir arada çalışır ve biri daha fazla temayüz eder, daha fazla duruma hâkim olur ve onu başkalarından önde görürüz. O süreçteki dirsek savaşları nadiren adilce oynanır. Türkiye'de "Ulu Atatürk"e suikast girişimini Hitler'in Reichstag Yangınını  fırsat ilmesi gibi fırsat bilip 'İzmir Darbesi' yapıldı. İspanya'da Franko kendisiyle aynı seviyedeki iki generalin İngiliz gizli servisi tarafından öldürülmesinen sonra 'tek adam' oldu (onun için Hitler'in Franko'nun savaşa kendi yanında girmesini umması hayâlcilikti) Politika her zaman kirlidir, gücü (metaforik:"faşo") eline alan malı götürür. Zaten pratikte ispatlanmış olan bu yetki ona giderek artan bir otorite sağlar.
Otoriteden Tabuya
      Fakat bunlar hala bir tabu meydan getirmeye yetmez. Çünkü hâkimiyet sisteminin onun etrafında kurulduğunu söylememiz için henüz hiçbir yeterli şart yoktur. Sadece nüfuz, üstünlük, söz hakkı, önderlik hakkından söz edebiliriz. Daha sonra resmi tarih tarafından cilalanmış olması bir yana, zaten hayatın hakikati de böyle ilerlediği için bütün bunlar olabilmiştir. 1925'e gelinceye kadar hem parlamentonun kendisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyelerinin kökenleri ve aidiyetleri bakımından çoğulcu bir yapıya sahiptir; hem de TBMM'de birden çok grup vardır. Muhaliflerin kendi sözlerini sakınmadan söyleyebildikleri, kendi itirazlarına uygun bir hareket tarzı talep ettikleri, hatta savaşın gidişatının öyle değil böyle olması gerektiğine dair tezlerini dayattıkları, yerel kuvvetlerin kendilerini güçleri nispetinde ifade ettikleri genel bir durumdan söz edebiliriz.
      Savaşın kazanılması, Cumhuriyetin ilan edilmesi, yeni düzenin kurulmaya başlamasıyla birlikte rejimin şahsiyeti etrafında kurgulanabileceği bir özel durum olarak Mustafa Kemal'in liderliğinin sadece kendisince değil aynı zamanda etrafındaki kadro tarafından topluma ve siyasete empoze edilme zorunluluğuna tabulaştırma süreci eşlik ediyor. Muhalefet büyük ölçüde saf dışı edilince doğruluk ve meşruiyetinin biricik kaynağı kendi hakkındaki kendi fikri olan bir kadronun giderek artan üstünlüğünün; siyaseti, ticareti, yani iktisadi hayatı, askeriyeyi, eğitimi, reformları kendi bildiği gibi götüren bir heyetin yanılmazlığının garantisi onun yanılmaz bir kişi tarafından yönlendirilmekte olduğunun bütün topluma kabul ettirilmesi olacaktır. İşte bunun için de Mustafa Kemal Paşa'dan daha uygun bir şahsiyet olamaz: Muzaffer orduların başkomutanıdır. Siyasi heyetin en parlak kişisidir. Onunkiyle rekabet eden başka bir anlatı da yoktur. Ve bütün hikâye bu öğretinin, anlatının etrafında kurulacaktır.
    Gene de Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in başına yükselmesinden sonraki onun sağlığı boyunca bütün dönemdeki tabulaşma, henüz kişi putlaştırılmasından daha fazla bir şey ifade etmeyebilir. Kişi putlaştırma öncelikle "büyük bir kişi"nin hayatta olmasını öngerektiriyor. O mevcut olacak ki etrafında kurulan ilişkiler, onun şahsından kaynaklanan kimi söz ve davranışlar, kimi siyaset pratikleri bir yapıştırıcı gibi onun hayatı etrafında tutulabilsin. Bu kişi putlaştırılmasına maruz kalan ya da kendisi kişi putlaştırması konusu olan tarihteki tek kişinin Mustafa Kemal olmadığı, bunun pek çok başka örneklerinin olduğu apaçık. ABD'nin Britanya sömürgeciliğine karşı savaşına önderlik eden siyaset ve devlet adamı George Washington, İtalyan Birliği'nin kurucusu Guisseppe Garibaldi daha yakın örneklerden Çin Devrimi'nin önderi Mao Zedong, Fransızların nasıl bir Napolyon hayranı olduklarını bilen bilir, Nelson Mandela'nın cenazesinde görülecek gereken bütün unsurlar ...

Ama, demokratik dönüşümler çoğaldıkça, süreçte bir kişinin ya da bir kahramanın gücü ve etkisine bağlı sayılmayacak pek çok faktörün etken olduğu anlaşılınca, bütün bunlar bilim ve politika tarafından ortaya çıkarılınca bu etki zayıflar, yavaşlar. Tabulaştırma ile demokratikleşme birbirlerine taban tabana zıttırlar. Mustafa Kemal'in ölümüyse "Atatürk tabusu"nun bir rejim aygıtı olarak kurulabilmesinin asıl imkanıydı.
   
Son derece zayıf ve kırılgan bir toplumsal temel üzerinde yükselen tek parti rejiminin, kadrolarını ve siyasi takipçilerini bir arada tutabileceği, rejimin her kararının ve eyleminin yanılmazlığına atfedileceği bir kişiliğin tabu düzeyine yükseltilmesi bir rejim gerekliliği olarak devletin ideolojik ve idari aygıtlarıyla beslenerek gerçekleşti.


   Sadece bir kahramanlık kültü ya da kişiye tapınmadan değil, aynı zamanda kendisini izleyen bütün siyasi dönemlerin ve siyasal rejimlerin evetler ve hayırlar, yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesini belirleyen ve bunlara karşı muhalefet ya da itirazlarının daima bir kişinin kutsallığına atfen yasaklandığı, gerçekleştiği veya onaylandığı bir yeni durumdan söz ediyoruz.
Totaliter bir siyaset ile fanatik bir din arasındaki farklar üzerinde düşünmek yerine, ortak noktalarına şaşırmakla yetiniyorum daha da fazla uzatmamak için.

Tabunun ardındaki çelişkili ittifak
Mustafa Kemal'in Türkiye'nin "biricik kurtarıcı"sı olduğuna dair bir edebiyat, "kahramanlık edebiyatı" olarak tolere edebilir bir şeydir. Ama eğer bir siyasi partinin politik programını yazmak söz konusu olduğunda işe yasal olarak, programınızın başına "Atatürk ilkelerine uygun" olduğunu yazarak başlamanız gerekiyorsa; "Atatürk ilke ve inkılâpları" aynı zamanda sizin anayasanızın bir parçası haline gelmişse o zaman bir kahramanlık övgüsünden, kişi kültünden çok daha fazla bir şeyle karşı karşıyasınız demektir.
     Atatürk, dünyada herhalde kendisine yönelecek olan eleştiri dozunun ne olması gerektiği bir yasayla tanımlanan tek kişidir. Başka pek çok yerde de, evet, "kurucu babalar"ın aşağılanması, sertçe eleştirilmesi hoş karşılanmaz. İdeolojik aygıtlar devreye girerek eleştiriyi bastırmaya çalışır ama Mustafa Kemal Atatürk'ün, kendisine yönelik eleştirinin belli bir haddi geçmesinden sonra ceza yasası sınırları içerisine gireceği kayıt altına alan, kişiye özel bir kanunla korunan tek kişi olduğu söylenebilir.
Hayattan ayrılmasından 72 yıl sonra bile onu ve "ilkeler"ini koruyan bir anayasa ve yasalar dizisiyle ve egemenlik sürecinin şahsiyeti etrafında şekillendiği ilginç bir politik pratikle karşı karşıyayız. Bu, Stalin döneminde Sovyetler Birliği'nde gördüğümüz kişi tapıncından farklı bir şey. Stalin 1953'te öldü. Sadece üç yıl sonra 1956'da Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. kongresinde Stalin kültü bir anda yerle bir edildi ve Sovyetler Birliği başka bir mecraya girdi. Bunu yapmak, Sovyetler Birliğinde bir devrim ya da darbeyi gerektirmedi. Komünist Partisi fikrini değiştirince hâkim fikir değişmiş oldu, bu kadar!
     Türkiye'de Mustafa Kemal'le ilgili resmi doktrinin AKP'nin 10-15 yılıllık tek parti iktidarından sonra da, bu kadar kolay, rahat, basit biçimde değiştirilebileceğini düşünmüyorum: Ne kadar paradoksal tınlasa da Mustafa Kemal Atatürk'ün siyasi rakibi ya da ideolojik karşıtıymış gibi görülen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin, Fettullah Gülen ve cemaatinin, İslamcı radikallerden farklı olarak bu tabunun orada durmasına tıpkı ona tapınan karşıtları kadar ihtiyacı olabilir.
   Bu, Demokrat Parti'nin güçlü ve yığınsal bir muhalefet hareketi üzerinde yükselerek Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına ve tek parti rejimine son vermesine karşın "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse"leri hapisle cezalandıran yasayı çıkartmaksızın edememesine benzer nedenlerle ilgilidir.  NE? O yasayı Demokrat Parti'mi çıkardı?
   Evet, efendim: Yasa Demokrat Parti (DP) hükümetince 1950'lerde çıkarılmıştı. Kendileri de var olan oligarşinin, yönetici seçkinlerin bir parçası olan DP liderleri bir önceki dönemin eleştirisine nispeten kapı aralanınca ortaya çıkan (ooo, vandalizme varacak kadar...yumurta atma seviyesinde) sert eleştiri ve saldırılar karşısında, Atatürk'ten çok, kendilerini korumak, beklemedikleri ve istemedikleri bir oligarşi içi çatışmadan sakınmak için sözle, yazıyla, başka yollarla, artık kendilerinin temsil ettikleri "onun aziz hatırasını" gözden düşüren, onu "alenen aşağılayan"ları cezalandırmayı seçmişlerdi.
    2002'den bu yana süregiden "Atatürkçü olmayan" tek parti hükümeti pratiği de görüldüğü gibi bu tabuyu zayıflatmıyor. Tersine o iktidar da kendi meşrutiyetini kurarken bu tabuya müracaat ihtiyacı duyuyor. Çünkü onun iktidarı var olan egemenliği tehdit etmiyor, o egemenlik sisteminin bir parçası olmak istiyor. Kendi tabusunu onunkinin yanına ekliyor. Din ile Atatürk tabusu bir arada şimdi daha kuvvetli bir hâkimiyet pratiği meydana getiriyor.
    Atatürkçüler'e "takıyye" gibi görünen, ilk bakışta paradoksal olduğu izlenimini uyandıran bu durum doğrudan doğruya Kemalist devrimin en büyük zaafıyla, daha doğduğu an onu muhafazakârlığın ve gericiliğin kucağına iten şeyle, bütün modernleşme iddialarına karşın büyük toprak mülkiyetinin muhafazasını ve ticaret erbabıyla dayanışmayı dayatan sınıfsal ittifak temeliyle bağlı. Büyük toprak ve aşiret mülkiyetinin korunması öte yandan Cumhuriyet doğduğu günden bugüne Kürt halkını Türk rejimine bağlayacak yerel liderlerin rızasını kazanmanın da maddi temeli.
Atatürk'ün ölümünden 78 yıl sonra Tayyip Erdoğan'ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi işte bu sınıfsal ittifak temeli üzerinde yükselen, geleneksel mülk sahipliğinin ve onun içinden türeyen sermaye hakimiyetinin koruyucu kabuğu Türkiye Cumhuriyeti'nin yalnızca dualarla ayakta kalamayacağını karşıtlarından çok daha iyi biliyor.

Bu çelişkili ittifakı dünyevi tehditlere karşı sarıp sarmalayacak, onu küresel rekabette ileri taşıyacak manevi değerini koruduğu sürece "Atatürk tabusu"nun Tayyip Erdoğan ve hükümetlerince korunmaya devam etmesine şaşmak için hiç bir neden yok, ne demişler: 'tarih tekerrürden ibârettir'...


✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir...✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus...✖kemalismo è fascismo... ✖ Le kémalisme est le fascisme ...✖