29.7.11

Kötü Film, Sevmedim.

  'Türkiye Cumhuriyeti' Devletinin Kurucusu Faşist Bir Diktatördür . Sevecen, iyiniyetli ancak otoriter bir lidere "Diktatör" deyip abartmak değil amaç burada, mecazi anlamda kullanmıyoruz bu kelimeyi. 'Bir kurtarıcı' değil benim için o adam. Güzel zamanları, umudu hatırlatmıyor. Neyi hatırlatıyor, orada geçirdiğim 19 senede sebebini bile bilmeden her türlü baskı, anlamsız kural ve kanun, adaletsizlik, ilkellik, vahşet ve en önemlisi: bu rezil gerçeklerin sırf benden değil, nesillerden saklanması, yalan-dolanla insana değer vermeyen bir diktatör ve onun sisteminin "muhteşemliğinin" beyinlere kazınması. Bir şey zannettikleri şu sıradan diktatörün yaptıklarını nesnel kaynaklardan okuyup gerçekleri görünce de delleniyor insan. 'Vaayaq, nasıl da yayal söylemişler' diye hırslanıyorum ben, nasıl inanılmaz bir 'atatürk-disneyland' içinde 19 sene geçirdiğimi, o kemalist oligarşinin maşalarına mensub bir ailenin lojmanlı kolejli moda-kadıköy sosyetesinde az kalsın bi-haber bir mal olma ihtimali benim kafamda canlandırabildigim en korkunç cehennemdir. Kemalist güruhun "yurt dışında öğrenim gördü, maşalla" evlâdı olmam ihtimalini düşündükce, bizim yerli disneyland'in mikimaus'una veryansın etmek geliyor içimden, esasında bunları yazmamın esas amacı bu, içimi döküyorum, içimde kalmasın, kemalizme girsin diye, o ulu önder yakamdan umumî bir şekilde düşsün diye.... Genç insanların eyinlerine dolduruluyor MikiMatatürk imajları...
   Beyaz Türklerin ortasında, sistemin kaymağını yiyenler arasından çıkan özgür ruhlu bu birey atatürkistlerin monolitik 'vatandaş saplantısı'ndan çekerken Kürdistan'ın en uzak beldesindeki şanssız(lar) da “Bi kodu mu oturtan paşa”ların ırkcılığından çekiyormuş. Bilmiyordum ne kadar kötü olduğunu, bildirebilecek en değerli isimleri katlettiğini bile bilmiyordum. Kemalizmi yargılıyor ve şu insanların ölümünden doğrudan sorumlu tutuyorum:

Sabahattin Ali, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Alevi Maraş Vahşetinde ölenler, Abdi İpekçi,  Cavit Orhan Tütengil,  Ümit Kaftancıoğlu,  Muammer Aksoy,  Turan Dursun,  Bahriye Üçok,  Musa Anter,  Uğur Mumcu,  37 Alevi Sivas Vahşeti,  Onat Kutlar,  Metin Goktepe,  Ahmet Taner KışlalıNecip HablemitoğluHrant Dink

 Resmi ağızlara inanmayanlar mı daha fazla kaybetti, yoksa yalanlarla yaşayıp ölenler mi bilinmez ama sonunda saltanatın malı mülkü olmaktan başka bir kimlik bilmeyen bir topluluğa asıl ne olduklarını, nasıl yaşamaları gerektiğini kaba kuvvetle bildiren bir otoritenin kendi imgesinde yarattığı sistemin sonunun gelişini görmekten mutluluk duyduğumu gizleyemiyorum. Suyunuz fıkır fıkır kemalistler, iplikler pazarda.
   Bence kemalizmin sonunun geldiğinin en güzel göstergesi de son moda retro-“Türkiye diktatörlüğe gidiyor” teranesi. Mustafa Kemal'i idol olarak görüp benimseyen insanların Tayyip Erdoğan’ın tavrını yadırgamaması lâzım. Yeri gelince “Devrim Şartları" diyerek "Milli Birlik ve Bütünlük" adına insanların asılması, tutuklanması, sürülmesi, gazetelerin yasaklanması, kitapların yakılması, muhalefeti susturup seçimlerin askıya alınması mübâh, ama şimdi diktatörlük korkusu yaşanıyor; sevsinler!
Türkiye’de postal yalayıcılar başta olmak üzere birçok insan tarafından diktatörlükle suçlanan Menderes, Özal ve Erdoğan dönemleri ile 1925-46 arası CHP-Tek parti iktidarı ve askeri idareler arasında kimin faşist, insafsız, sabitfikirli olduğu, kimin 'korku taktikleri ile duyguları ovalayıp başa oturma' huyunun olduğu belli değil mi?  Kemalistler, kendileri yapınca bunlara devrim ve ilericilik diyor. Sivil toplumun baskısını dikkate alan ve toplumsal rahatlama getiren uygulamaları (yandan çarklı da olsa) yapan hükümetlere “sivil dikta” deniyor, onlarınki “diktatörlük” oluyor. Evet, politikacıların yaptığı basit bir oy avcılığı, bunlardevletin meşruiyetini reddedenler için oyunun 'it dişi-domuz derisi' sahnesinde aktörler. Bildik 'kötü aktörler'in yeni modelleri.
Mesaj basit: Bu 'basit oy avcılığı'nı kemalist bürokrasi ve atatürkist militarizmin 'egemenlik gaspı'na yeğliyorum. Türkiye diktatörlüğe gitmese de 'diktatörlük' kokacaktır. Çünkü diktatörlükten geliyor.
Malûm, 'iktidat partisi', 'milletin vekili' demeden 27 kez parti kapatmış, darbeler yapmış bir gelenek bu gelenek. Kaba güç olmazsa, seviyeler inmezse, mantık ve insanlık çerçevesinde ne kadar fakir-fukara olduğu belli olan bir gelenek. Herbiri kendi başına bir delil, bir argüman olan, o içleri dolu-dolu kelimelerden tırsa tırsa gelip ancak bildiği, ezberlediği klişeleri tekrarlar duruma düşmüşlerse, tabular yıkılıyorsa, seçimle gelmis bir iktidar partisi kapatmaya kalkacak kadar fasist, derin-devlet-perest atatürkistler de takkelerini önlerine koyup düsünüyorlar, ağlaşıyorlarsa, bu zaman benim çocukluğumdan beri içimde yankılanan ifâdelerin apaçık paylaşılması zamanıdr. Herbiri kendi başına bir delil, bir argüman olan kelimeleri inadına yazma-söyleme zamanıdır: Seyid Rıza, Dersim, Koçgiri, Zilan, 'Güneş Dil Teorisi', İstiklal Mahkemeleri, Süryâni, Ermeni Soykırımını, "kendini bilmez-belki de bilir de söylemez" bir diktatörün sisteminin Anadolu'nun halklarının boğazlarından elini çekmesinin zamanının geldiğini söyleme zamanıdır. Kimlik kargaşasının sebebinin kafalardaki kimlik kargaşaları, onun sebebinin de bilinçli bir propaganda ve toplum mühendisliği olduğunu söyleme zamanıdır.
   “Bu Kürtler de nereden çıktı? Huzurumuz kaçtı” fısıltılarının kemalistlerin o  'gerçekleri düpedüz inkâr' alışkanlıklarında rahatsızlık yarattığı bu zamanlarda, kemalist görüşün alâmet-i farikalarından bir tanesi ilginçtir. Genelde Tayyip Erdoğan’a diktatörlük yakıştıranların ironik olarak çok sevdikleri bir savunmadır bu:
'
Benzemek mi?...AYNI şey değil mi?
"Atatürk olmasa sen bunları söyleyemezdin!"
    Balık baştan kokar hesabı, Mustafa Kemal'in 1935'de kullandığı bu savunma, bir 'Kıyas-ı batıl', bir mantık hatası, yani Safsatadır. "Su içsem yarıyor" ile aynı klasmanda olan bu safsatanın adı latincede 'cum hoc ergo propter hoc' , türkçede ise 'Bağıntı, neden-sonuç belirtir' safsatasıdır. Olay 'A', olay 'B' den önce gelişti, o yüzden olay 'A', olay 'B'nin nedeni..!?!. şeklinde yanlış bir genelleme içerir. Oysa ilgi-ilişki, sebep-sonuç göstermez. Hattâ sözügeçen örnekte olduğu gibi olay 'B', olay 'A'ya RAĞMEN olmuş olabilir.
Gerçekten biz buralarda bildiğimiz gerçekleri söyleyebiliyorsak, bu kuşkusuz t.c. ve kemalistler sayesinde değil, t.c. ve kemalistlere rağmen olan birşeydir.
Kim unuttu bunları ?
1980'lerde TV'lerden gecede en az bir kere duyulurdu :"141-142-163 sayılı kanunlara mukavemetten bilmemNe kadar sene ağır hapis..." Ne hakla atatürk özgürcülüğü taslıyorsunuz; askerlikten soğutmaktan (bâzı) ideolojileri savunmaya, bâzı dilleri kullanmaktan tabulara dil uzatmaya, hemen hemen aykırı ifâdelerin hepsi SUÇ yapılmadı mı?
Otosansürün yetmediği durumlarda kabakuvvete başvurulmadı mı?
Kendilerini ifâde etmekten başka suçu olmayanları hapislere, işkencelere götürmediniz mi, benim gibi zavallıların beyinlerini yıkarken?
Savaşı gerekliden öte, bir yüce özellikmiş gibi gösterip insanlığı gökteki bir kırmızı elma gibi ulaşılmaz bir hayâl yapan, o mecburi askerlikle nesillerin yaşama, yaratma, insan sevgisini 1,5 yılda silip atan sizin nutukcunuzun vasiyeti değil mi?
'Türkiye Cumhuriyeti', 1959'dan beri AİHM'de çıkan, 47 ülke arasında paylaşılan toplam 4oo küsur "ifâde özgürlüğünü ihlâlden suç hükmü"nün yarısından fazlasını tek başına almış "ifâde özgürlüğünün ihlâli" şampiyonudur.
Bir taraftan yazılarından dolayı 24 yaşındaki kürt gazeteci Emine Demir'e 138 yıl, Vedat Kurşun'a 166 yıl hapis cezası ver,  öteki taraftan düşünce ve fikir özgürlüğünün varlığını savun...
adama 'aptal' derler.
Gelelim bu "Atatürk diktatör değildi" safsatasının orijinal versiyonuna:
1935 yılında gazeteci Gladys Baker, Avrupa'da Papa Pius XI ve Mussolini'den sonra röportaj yapmak için kusursuz smokini ile bekleyen Mustafa Kemal'ile Dolmabahçe'de buluşur. Aralarında romantik bir ilişkiden sonra Gladys Baker, geri döndüğünde bir aşk mektubu gibi övgülerle dolu röportajı yayınlar. Mustafa Kemal'in o arada flört ederken “Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi siz bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız“ demesi..
Ne gibi bir şey söylemesini beklenir ki zaten?
"Bak üç sene dâhilinde Dersim'de soykırım yapıp insanlık suçları işleyeceğim, bak gör hele!" mi deseydi? Diktatörün popüleritesinden etkilenen kadın, 'Siz diktatör müsünüz?' diye kibarca sormuş...
Kalkıp 'Siz Refik Halit Karay 'ı ne hakla sürgüne yollarsınız?', ya da '1926'da İzmir'de tertiplenen suikast girişiminin ardından girişilen siyasal tasfiye ve keyfî idâmları nasıl açıklıyorsunuz?' gibi bir sorular değil ki.
Kimse suratına 'sen eli kanlı bir diktatörsün!' diyebilmiş mi...sonra ne olmus?
Diktatör olmasaydı sorarlardı adama:
1925'de zorla dayatılan "Şapka giyilmesine Dair Kanun"la başlayan 'şapka baskısı' sonucunda, (başta şapka kanununun yayımlanmasından bir yıl önce yazdığı, ‘Yabancı Hayranlığı ve Şapka’ adlı kitabından dolayı idam edilen) İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, kaç insanın canı gaddarca alındı,
kaç köy topa tutuldu?
Komunist Mustafa Suphi ve arkadaşlarını kalleşce öldürttüğün Topal Osman'ın senin için Sarı Efe Edip gibi öteki kullanıp attığın yandaşlarıdan, Kazım Karabekir, Hüseyin Rauf Orbay gibi sırttan vurduğun eski silah arkadaşlarından bir farkı, bir özelliği var mıydı? Senin esasında ne kadar gaddar ve insafsız olduğunu
sana fanatikçe bağlı olarak yaptıklarıyla gözler önüne serdiği için mi öldürttün Topal Osman'ı?
'Koçgiri Kasabı' Abdullah Alpdoğan'dan ne farkı vardı onun?
Kendini bilmez-belki de bilir de söylemez Diktatör, 1935'deki röportajda Gladys Baker'e kur yaparken anlatıyor:
"Ben diktatör değilim,...Çünkü, ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine bağlayandır. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim."
Bu sözler Gladys Baker hanımefendiye yetmiş olabilir, ama tarihi gerçeklere duygusallığın ötesinde bir dürüstlükle bakabilen her insanın gördüğünü tekrarlıyalım.
'Zorla güzellik yapmak'tır, "kalpleri kazanarak hükmetmek" dediğin.
Kendini bilmez-belki de bilir de söylemez Diktatör...
Elin kanlı, sonun hazin, kafandaki planları, eline geçirdiğin insanlara zorla dikte ettin.
Ülke kurmadın, İttihat ve Terakki'nin imkânları ile yönetimi ele geçirdin.

Osmanlı hanedanlarının nesiller boyu sömürdüğü Anadolu'nun 'stockholm sendromu'nu, 'toplum mühendisliği' hırsıyla kendin de sömürdün. Herkesin nasıl yaşamasının gerektiğini bildiğine inanmanın psikopatisini o zırvalarına inanmanın getirdiği bir sosyopatiye dönüştürdün... Tebrikler!
Ve sonunda insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ucube olan t.c.'de garip insanların daha da garipleşmesine neden oldun, o zırva 'türklük' bir kenara bırakılacak olursa, 80 sene sonra Anadolu'daki insanların büyük çoğunluğu, kemalist propagandanın tekrarladığının aksine, birey ve etnik, dinî ve hukukî bakımdan çok daha iyi durumda olurlardı, buna şüphem yok. O delidivâne atatürkistler bile Türkiye'nin Filipinlerden daha iyi durumda olduklarını iddia edemezler en azından.

✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir...✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus...✖kemalismo è fascismo... ✖ Le kémalisme est le fascisme ...✖