Diktatörler Yalnızdır...

Alkol, iktidar ve salıncak düşkünüydü
Mustafa Kemal'in İzmir Suikast Teşebbüsü Bahanesi ile  Diktatörlüğünü Pekiştirmesi:

Sahi, Mustafa Kemal'in, etrafını saran onca insanın arasındaki yalnızlığının sebebi neydi?
Tüm ülkenin tanrılaştırdığı bu adam niye yalnız ve acılar içinde ölmek zorundaydı?
Nedir Mustafa Kemal'in hazin sonunu yararatan faktörler?

Devrimin neferlerini bir bir yedikce yalnızlaşan lider, "tek ve yalnız" bir adam olmasaydı, bunca radikal reforma imza atabilir miydi? Toplum mühendisliği için tabii ki toplumdan soyutlanmak gerekir.
Mustafa Kemal'in özellikle ömrünün son yıllarındaki- yalnızlığının derinleşmesi sürecinde bir olay, bu sürecin belki de en önemli olayıdır. Mustafa Kemal'in, Kurtuluş Savaşı'nda beraber mücadele verdiği arkadaşlarından pek çoğuyla kopmasına neden olan gelişim, 1926'da İzmir'de tertiplenen suikast girişiminin ardından girişilen siyasal tasfiye hareketidir.
Suikasti gerçekten planlayan veya tertibe bir şekilde bulaşanların (ki sayıları 3-5'i geçmez) yanı sıra iki ana grubu hedef aldı Mustafa Kemal:
  • 1923'te eski Maliye Bakanı Cavit Bey'in evinde toplanıp İttihat ve Terakki'yi canlandırmayı kararlaştıran eski İttihatçılar ve Terakkiciler.
  • Hilafet'in kaldırılmasından sonra M.Kemal'le yollarını ayırıp, Kazım Karabekir liderliğinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nda (TpCF) siyaset yapmaya başlayan, devrimin esas aktörleri.
M.Kemali'in bir tehdit olarak görüp 1925'teki Şeyh Sait ayaklanması gerekçesiyle çıkarılan Takrir-i Sükun yasası ise İstanbul'un muhalif basınındaki muhafazakâr, liberal ve solcu gazeteleri ile beraber bir senede kapattığı TpCF'ye bir bakalım.

Hüseyin Rauf Orbay,  Trablusgarp ve Balkan Savaşları'na katılmış, deniz savaşlarındaki başarısı nedeniyle "Hamidiye Kahramanı" unvanını kazanmış, Mondros Mütarekesi'ni Osmanlılar adına imzalamıştı. Erzurum’da , 24 Ağustos 1919’da oluşturulan Heyet-i Temsiliye'deki  9 kişiden biri olan eski 'Bahriye Nazırı' Rauf Bey, 1922'deki ilk mesciste Başbakanlık görevine gelmiş, 1923 Ağustosuna kadar bir sene yeni meclisin ilk Başbakanı olmuştu. Liberal, birleştirici, saygı gören biri olduğundan MKemal'in otoritesine engel teşkil edenlerin başını çekiyordu. Onun gibi Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar ve Kazım Karabekir gibi isimlerin de M.Kemal'in git gide diktatörce bir eğilime girmesine, Cumhuriyet'in ilanı ve Hilafetin kaldırılması gibi reformları hiçkimseye danışmadan, zoraki bir oldu bittiyle yapmasına yönelik itirazları vardı. Halifelik kurumunu, MKemal'in diktatörlüğünü engelleyebilecek tek güç olarak görüyorlardı. 3 Mart 1924'te bu kurum da kaldırılınca, Mustafa Kemal'in yeni tutumuna büsbütün yabancılaştılar (bu süreç E.J.Zürcher'in 'Milli Mücadelede İttihatçılık' kitabında ayrıntılı anlatılır). 
O zamanlar meclisteki tek parti olan 'Halk Fırkası' grubunun Rauf Bey önderliğindeki muhalif kanadını oluşturan 32 milletvekili Kasım 1924'te partilerinden ayrılıp Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu.

 Bu partinin isminde 'Cumhuriyet' sözcüğüne yer verilmesi üzerine Halk Fırkası da adını Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) olarak değiştirme ihtiyacı hissetti. Rekabet gerçekti. Kurtuluş Savaşı'nın en önde gelen isimleri, paşaları TpCF'deydi.

Devrimi, ve Kurtuluş Savaşını gerçekleştirenlerle Mustafa Kemal arasında kapanmaz bir uçurum açan olay ise, 1926'daki İzmir suikasti davasıdır.   

İzmir Suikastı Davası

    Giritli Motorcu Şevki’nin 15 Haziran 1926 günü İzmir Valiliğine yaptığı bir ihbarla ortaya çıkarılan Mustafa Kemal’e suikast olayının ertesinde olanların yeni kurulan cumhuriyette bir iktidar savaşı olduğunu en koyu kemalistler bbile inkâr edemezler. İktidarı elinde bulunduran M.Kemal,  kendisine rakip olarak gördüğü bir kadroyu tasfiye etmek için bu olayı kullanmıştır. Dolayısıyla bu tuhaf davanın sanıkları durumuna sokulan ünlü şahsiyetlerin, milli mücadelenin önde gelen paşalarının başına gelenlerin Stalin'e ilhâm vermesii de ihtimaller dahilindedir.
Sonuçta çoğu İttihat ve Terakkici olan 18 kişi idam edilirken Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü dışında milli mücadeleyi yürüten askeri liderlerin hemen tümü şaibeli hale getirilmiştir. Hukuksal olarak nasıl bir skandal veya fiyaskonun cereyan ettiği ise olayın üzerinden sekiz ay geçtikten sonra bizzat Mustafa Kemal tarafından itiraf edilecektir.
  Motorcu Şevki’nin ihbarı sonucunda 15 Haziran akşamı İzmir’de ve İstanbul’da yapılan tutuklamalarla yakalanan Ziya Hurşit, Çopur Hilmi, Gürcü Yusuf, Laz İsmail gibi kişilerin verdiği ifadelerin yanı sıra yakalanan silahlar ve bazı diğer kanıtlardan Mustafa Kemal’in İzmir’i ziyareti sırasında Kemeraltı’nda bir suikast teşebbüsü olacaktır.  M.Kemal'in adaletten çok olayı kendi amaçları için kullanma isteği sonucu olsa gerek, olayın karanlıkta kalan yanları açığa çıkarılan yanlarından daha fazladır. Tabii bütün bu kargaşa içinde asıl önemli olan tam bir yıl önce, Haziran 1925′te kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda yer alan paşaların olaya dahil edilmeleri ve tutuklanarak idam talebiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmalarıdır. Çok değil, daha birkaç yıl önce gerçekleştirilen milli mücadelenin kahramanları birdenbire cumhurbaşkanına suikast düzenlemeye kalkışacak kadar iktidar hırsından gözleri bir şeyi görmeyen caniler haline gelivereceklerdir!
Kasım 1924′de Kazım Karabekir’in başkanlığında kurulan ve Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Mersinli Cemal Paşa gibi ünlü komutanların da yer aldığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Haziran 1925′te hükümetin aldığı bir kararla kapatılmıştı. Ama muhalefete tahammül olmayan Mustafa Kemal Paşa açısından bu defter tam anlamıyla kapanmamıştı.
İktidar savaşı şu veya bu şekilde devam edecekti. Bu duruma hazırlıklı olmak ve gerektiğinde hiç tereddütsüz ve acımasız bir şekilde hareket etmek zorunda hissediyordu M.Kemal.
İşte İzmir suikastı davası bu bağlamda derin bir anlam taşımaktadır.
Mustafa Kemal’e yönelik bir suikast hazırlığından haberi olan hükümetin olayı denetimi altında tuttuğu ve suikastçıların içine de kendi adamı olan emekli jandarma yüzbaşısı Sarı Efe Edip’i soktuğu mahkeme sırasında paşalar tarafından ISRARLA belirtildi. Ama tabii ki üzerine gidilemediği için kanıtlanamadı. Ancak olayın bu çerçevede geliştiğini gösteren çeşitli işaretler vardır.
İzmir’de yakalanan tetikçilerin ardından İstanbul’da Bristol Oteli’nde yakalanan Sarı Efe Edip İstanbul Polis Müdürü Ekrem Bey’e verdiği ifadede suikastın, “Terakkiperver Fırkası Umumi Heyeti tarafından kararlaştırıldığını” söyleyince, İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Ankara’daki Başbakan İsmet Paşa’ya bütün Terakkiperver paşalarının, yani Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa’nın tutuklanmasını ve yargılanmak üzere İzmir İstiklal Mahkemesine gönderilmesini isteyecektir. (Rauf Orbay o sırada yurtdışında olduğu için daha sonra gıyabında Ankara’da yargılanacak ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.)
Ancak İsmet Paşa durumdan çok emin değildir ve ortada ciddi bir kanıt olmadan, hepsi de mebus olan ve milli mücadelenin önderliğini yapmış bu şahsiyetlerin tutuklanmasının bir skandal olacağını düşünmektedir. Nitekim Kazım Karabekir 18 Haziranda tutuklanmış ama Başbakan İsmet Paşa’nın müdahalesiyle hemen serbest bırakılmıştır. İçişleri Bakanı Recep Peker bu durumu bir telgrafla Mustafa Kemal’e ihbar edecek ve bunun üzerine İzmir İstiklal Mahkemesinin Başbakan İsmet Paşa için de tutuklama kararı çıkardığı söylenecektir ama bu da kanıtlanmış değildir.
İzmir ve Ankara arasında karşılıklı telgraflarla durum açıklığa kavuşamayıp İsmet Paşa yeterince ikna olmayınca kalkar İzmir’e gider. Orada Mustafa Kemal ve mahkeme heyetiyle yüz yüze yaptığı görüşmeler sonucunda "ikna edilecek" ve böylece paşaların hepsi tutuklanarak İzmir’e gönderileceklerdir.
Elbette bütün ülke ve dünya şaşkın bir şekilde olayı izlemektedir ve sadece bir kişinin, sanık paşaların “hükümet ajanı” olduğunu, örtülü ödenekten para aldığını söyledikleri birinin verdiği saçma bir ifade nedeniyle tutuklanmışlardır. Saçma, çünkü cumhurbaşkanına suikast düzenlenmesi gibi bir eylemin kapatılmış bir partinin “umumi heyeti” tarafından kararlaştırılması aklın alacağı bir iş değildir.
Sonuçta İzmir’de Elhamra Sineması salonunda yapılan İstiklal Mahkemesi duruşmalarında celladın ipini boyunlarında hisseden paşalar mümkün olduğunca durumu açıklığa kavuşturmaya çalışırlar. İp boyunlarındadır, çünkü İstiklal Mahkemeleri neredeyse önüne gelene idam cezası vermekle ünlüdür. Bu kadar uydurma bir gerekçeyle tutuklanıp mahkemeye çıkarıldıklarına göre aynı şekilde idam cezasına çarptırılmaları ve hemen infaz edilmeleri işten bile değildir.
Mahkeme çok hızlı bir şekilde çalışarak davayı en kısa sürede sonuçlandırmak istemektedir. Gerek Kazım Karabekir, gerekse Ali Fuat Cebesoy, Sarı Efe Edip’in Meclis Başkanı Kazım Paşa’nın yakını olduğunu, hatta Ankara’ya geldiğinde onun evinde kaldığını, bu tertibin içine hükümet tarafından ajan olarak sokulduğunu anlatırlar ve kendilerinin olayla bir ilgilerinin olmadığını belirtirler.
13 Temmuzda Kel Ali başkanlığındaki mahkeme kararını açıkladığında verdiği 13 idam cezası arasında tetikçilerin yanı sıra suikastın örgütleyicileri olarak adı geçen İzmit mebusu Şükrü, Rüştü Paşa, Eskişehir mebusu ve Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşı Miralay Arif, Saruhan mebusu Abidin, Sivas mebusu Halis Turgut gibi isimler de vardır, ancak Terakkiperver paşalar beraat etmişlerdir.
Mahkeme Terakkiperver Fırka içinde gizli bir örgütün Cumhurbaşkanım öldürerek yönetime el koymak istediği kararına varmıştır, ancak paşaların bununla ilişkisi kurulamamıştır.
Sarı Efe Edip de beklemediği idam cezası karşısında şaşıracak ve “Bu kararda benim hizmetim nazara alınmadı” diyecektir ama mahkeme başkanı Kel Ali tarafından “Hizmetiniz elbette nazara alınacaktır” diye susturulacaktır. Ali Fuat Paşa hatıralarında, Sarı Efe Edip’in hükümet ajanı olmasına rağmen idam edilişini “Bu hizmet esnasında yanlış bir hareketine yahut başka bir sebebe bağlıdır” diye yazacaktır.

Sonuçta paşalar boyunlarını cellatın ipinden kurtaracaklar ama siyasi hayatları da bitmiş olacaktır. Hukuki olarak ortada ciddi hiçbir şey yoktur, ama beraat etmiş de olsalar Mustafa Kemal’e suikast davasından yargılanmış olmaları siyasette artık bir rol üstlenememeleri için yeterlidir. Nitekim bazıları ancak Mustafa Kemal’in ölümünden sonra tekrar siyasetle ilgilenecekler ve mebus olabileceklerdir.
Bu davadan sekiz ay kadar sonra, Mart 1927′de bir akşam Çankaya’daki sofrasında ağırladığı çocukluk arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a Mustafa Kemal itirafta bulunup, şöyle diyecektir: “Paşaları senin hatırın için affettirdim.”
Harbiye’den atılmaktan Ali Fuat’ın babası İsmail Paşa sayesinde kurtulan Mustafa Kemal bu sözlerinde herhalde samimidir ama aslında bu sözler aynı zamanda büyük bir fiyaskonun da itirafı değil midir? Fahrettin Altay Paşa'nın da benzer bir tanıklığı var; ona göre Gazi davaya bakan mahkemenin başkanının paşaları asacağını söyler, ancak hem kendisinin hem de İsmet Paşa'nın ricaları üzerine, mahkeme başkanıyla bir daha görüşeceğini söyler (aktaran Mete Tunçay, 'Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetimi'nin Kurulması').
Mustafa Kemal milli mücadelede omuz omuza savaştığı paşaları affettirmiştir ama onlar Mustafa Kemal’i affetmemiş, hatta Mustafa Kemal’in çağrısına ve çabalarına rağmen bazıları bir daha ölünceye kadar kendisiyle görüşmemiştir…

Ali Fuat Cebesoy hariç. Ali Fuat Paşa sonradan Gazi'yle yeniden yakınlaşır, hatta 1931'de Konya'dan milletvekili seçilir. Atatürk'ün, ölümüne yakın, eski çevresinden bir o kalır zaten. Atatürk, Savarona yatında geberirken (1938 Yazında Dersim'de '3.Ordu Manevrası' kod adlı SOYKIRIM'dan hemen sonra) Cebesoy'u yanına davet eder ve "Uzun zaman yatakta kalacağım, Fuat Paşa beni yalnız bırakma" der.
1926'dan sonra köşelerine çekilen diğer paşalara ve Mustafa Kemal'in sağlığında kenara itilmiş öteki önemli isimlere ise, İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, eski deyimle "iade-i itibar"da bulunulur. Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Refet Bele, Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın 1939'da milletvekili olur. Bu isimlerden ilk ikisi daha sonra TBMM Başkanlığı da yapacaktır.
   Rauf Orbay İzmir Suikastı Davasında idamla yargılanırken tedavi için gittiği Viyana'dan geri dönmez. 1933'te çıkan af kanunundan ”...benim asla ve hiçbir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilan edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir” diyerek istifade etmeyi reddeder. Eniştesinin 1935'te vefatı üzerine ailesinin ısrarıyla yurda döner. M.Kemali'in ölümünün ardından politikaya döner ve Adnan Adıvar gibi  önemli görevlerde bulunur. Diktatörün yakın çevresinden Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve Kılıç Ali ise TAMAMEN liste dışı bırakılırlar.     
İnönü, 1939'da uygulamaya koyduğu, "küskünleri kazanma" sürecine dair şunları söyler: "Eski arkadaşları tek parti devrinde tekrar cemiyet hayatına katılmaya davet ederken ... kesin istek olarak yalnız şunu ileri sürdüm: 'Atatürk'ün şahsı ile uğraşmak olmayacaktır'. İtiraz edenlere karşı susturucu cevabım şu olmuştur: Eğer Cumhuriyeti ve inkılâpları korumak ve devam ettirmek fikrindeysek, Atatürk'ü korumak vazifedir".
Ölümünden sonra 'Atatürk' imgesine İnönü'nün atfettiği bu işlev, aslında Mustafa Kemal'in neden bugün bile tabu olduğu hakkında fikir veriyor.
Şevket Süreyya Aydemir, İnönü'nün açılımını "uzak görüşlü bir basiret eseri" diye tanımlar ve ekler: "Nitekim bu eski mücahitlerden bugün, Atatürk'ün hatıra ve şahsiyetini zedeleyecek yazılar ve sözler kalmamıştır"


Kitap genel anlamada Mustafa Kemal’in “Nutuk”ta  yazdıklarına cevap niteliğinde. Olaylar birinci ağızdan, şimdiye kadar ihmal edilen, yakın tarihimizde hak ettiği ilgiyi görememiş, Mustafa Kemal zamanında Cumhuriyet yönetiminden uzaklaştırılmış, sınıf arkadaşı İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Meclis Başkanlığı’na getirilerek iade-i itibar edilmiş Kazım Karabekir Paşa tarafından telgraf notları ve olayların tanıkları şahit gösterilerek anlatılıyor.
Kitapta büyük başarı kazanılan doğu seferi sonrası TBMM’nin ilk siyasi başarısı olarak kabul edilen Gümrü Antlaşması, Milli Mücadele ve Kongreler döneminde, Kazım Karabekir Paşa’nın Mustafa Kemal’e yardımlarından, Mustafa Kemal ile onu yakalaması için İstanbul Hükümeti tarafından gönderilen Fevzi Çakmak Paşa arasındaki birbirlerinin hayatlarına son verecek noktaya  gelen gerginlik ve bu gerginliğin giderilmesinde Kazım Karabekir Paşa’nın etkileri,
Doğu cephesinden  Batı cephesine sevk edilen silahlar gibi yakın tarihimizde bir çoğumuzun bilmediği, bir çoğumuzun bilmesinin istenmediği olaylara farklı bir perspektiften ışık tutuluyor.  
Milli Mücadele’nin ancak silahla kazanabileceğine inanan Kazım Karabekir'in anılarından:
“İstiklal Harbini yapmak, Kurtuluş için silah kullanmak fikrini ilk  olarak ortaya atan bendim. Bu savaşın -daha sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından da benimsenerek- siyasi ve askeri esas planlarını ben hazırladım. Bunu, ilk önce 29.11.1918′de İstanbul’da, Zeyrek’te, Süleymaniye Camii’ne bakan ağabeyimin evinin bahçesinde İsmet Bey’e (İnönü) açtım ve onunla tartıştık.”   
Kurtuluş mücadelesinin mal edilmeye çalışıldığı gibi belirli bir “zümre” tarafından değil yurdun tamamı tarafından verildiğini ve Kazım Karabekir Paşa’nın da en az Mustafa Kemal ve İsmet İnönü kadar bu mücadelede etkili olduğunu göstermek adına “Hattı müdafaa yoktur, sattı müdafaa vardır.” cümlesinin aslında büyük taarruzdan evvel Kazım Karabekir Paşa tarafından Mustafa Kemal’e 25 Ağustos 1921 tarihinde  aşağıda özetleyeceğim telgrafta önerdiği görülüyor (Sayfa: 153):  
“Başkumandan Mustafa Kemal Hazretlerine
Cereyan eden meydan muharebesinde düşmanın inhizama (bozguna) uğratılacağı ümidimiz pek ziyadedir. 21 Ağustos tarihli maruzatın Ankara batısında ciddi muharebe verilmemesi değil, bilakis herhangi bir hat veya mevkiin “müdafaa-i mutlakasıyla (mutlak savunma)” meşgul olmayarak, serbest düşünce ile ahvale nazaran Eskışla ve daha güneyinden Sinanlı mıntıkasından düşmanın sağ kanadına bir taarruzla sarsmak imkanı görülüyorsa da duruma hakim olan değerli arkadaşlarımız elbette daha iyi takdir buyururlar…”   
Yukarda anlatılanlar Büyük Taarruzda harfiyen uygulanmış ancak resmi tarihte bu konuda Kazım Karabekir Paşa en ufak bir atıfta dahi bulunulmamıştır.  
Kitap, Milli Mücadele dönemini daha farklı bir açıdan bakmakla kalmıyor o dönemin bilinmeyen noktalarının aydınlanmasına da katkı sağlıyor.

Kurtuluş Mücadelesi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın da elbette olumlu bir çok davranışından  da bahsediliyor. Bozuk saatler bile günde iki kere doğru zamanı gösterir nede olsa...
Ancak şunu da bilmek gerekir ki
kimin itibarı yıpranırsa yıpransın
Yanlış tarihle yaşanamaz.


✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir...✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus...✖kemalismo è fascismo... ✖ Le kémalisme est le fascisme ...✖