27.6.11

Voltair'den Özgürdüşünceye Ekspress: 'kemalizm'de durmaz'

Voltair'e atfedilen bir söz vardır: "size katılmıyorum, ama söylediğinizi söyleme özgürlüğünüz için canımı veririm". Kuşkusuz Voltair'in söyleyecekleri, düşünen insanlar için, bir 'birey' olabilenler için egemenlerin 'resmi tarih'inden çok daha ilgiçtir. "Sizi saçmalıklara inandırabilirler, size katliam yaptırabilirler", "insanın aşağılık türü öyle bir yapılmış ki eski yolda yürüyenler, yeni bir yol gösterenleri hep taşlıyor" ve "Cennet (benim) olduğum yerdir." diyen, hep Voltair'dir. Kendini bütünlemesi için bir kavrama ihtiyacı yoktur bireyin, hayatın sorumluğunu almayanların diyebileceği birşey deıildir:"Ben neredeysem, orası cennet"
Ben bir bireyim, bir birey olarak diyelim ki -hani olmaz ya-bir devletin meşruluğunu kabul edeceksem, o devletin bana HER bireyin HER temel hakkını gözetecek bir teklif (anayasa) getirmesi/sunması lâzım....bir slogana indirirsek: Adalet olmazsa meşruluk da yok.   Yani ispat yükümlülüğü devlette, hem de sözde kalmayan, Amerika'daki gibi sadece 'laklak'da kalmayan, gerçek adalet.... Bunu bir imparatorluktan ya da ruhu, özü faşist olan bir devletten beklemek aptallık olurdu. Bu bir bireyin bir sistemi niye reddettiğini anlatan bir yazıdır.
Kemalizm, sadece ilerleyişin değil, insan hak ve özgürlüklerinin önünde de durur, 'kendine özgü' adaletiyle... Bütün verilen sebep de "halk kendisi için iyi olanı bilmiyor"dur.
Gerçekten anlamıyorum nasıl faşizm görülmez bunun içinde...?!?
Bakın yakın tarihten bir hikaye anlatayım:
İsmet İnönü’nün, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, posta pulları üzerinden ABD’ye jest yaptığı zamanlar. İnönü, ABD’ye, Washington ile Atatürk’ü, kendisiyle de Roosevelt’i yanyana koyarak, mesaj gönderiyor, Kemal Paşa ufak 'reklâm klibi' çekip 'aziz Amerikalılara' gönderdiği zamanlar.
Bir hafiye gibi tâkip edelim bu kurukafacılığın izlerini t.c.'nin ilk doğduğu zamanlardan beri:
Yıl 1927. Sözde demokrasi öncesi, tek partili dönem. Ege denizi açıklarında "S.S. Lotus" adlı, Fransa'ya ait bir ticari gemi bir Türk gemisine çarparak batmasına sebep oluyor. Fransız gemisi sağ kalan Türk mürettebatı alarak İstanbul'a demirliyor. Fransız gemisinin kaptanı tutuklanıp yargılanıyor ve ölen sekiz mürettebattan sorumlu tutularak suçlu bulunuyor. Davanın ilginç kısmı burası. Fransa, Uluslararası Daimi Adalet Divanı'na başvurarak t.c. aleyhine dava açıyor. İddia: "Kaza, açık denizde, türkiyenin kıta sahanlığı içinde gerçekleşmediğinden türkiye'nin Fransız kaptanı kendi topraklarında yargılama hakkı olamaz". Antitez olarak, türkiye'nin savunması, "savunma yapmalarına gerek olmadığı, böyle bir gelenek olmamakla beraber sözkonusu ülke bunu yapmayı şeçtiğinde, bunu yasaklayıcı bir hukuk gelenegi veya yazılı anlaşma olmadığı". Karmaşıklığın sebebi, daha sonra 1951'lerde oluşturulan uluslararası denit ulaşımı kurallar o zaman daha mevcut değil. Böylesi kazalarda sağ kalan kaptanın yargılanması diye bir mesele olmamış. 'Lotus' olayında olması, Mahmut Esat adındaki 'zamanın Adliye Vekili'nin bu kazayı yeni cumhuriyetin kendini göstermesi için bir fırsat olarak görüp Fransız kaptanı birkaç ay hapise koyması ile başgösteriyor. Yâni kazada sağ kalanları kurtarıp İstanbul'a getiren Fransız kaptanı yargılayarak yeniyetme milliyetçilikle çıkıp "Sizin Osmanlılara koyduğunuz kapitulasyonların kan davâsını sürdürüyoruz" şeklinde bir mesaj veriliyor, izolasyonist ve düşmanca, kemalistlere sorarsan anti-emperyalist bir tutumla.
Neyse, Uluslararası Daimi Adalet Divanı o zaman yükselen İtalyan ve Alman parti-devlet modellerine benzeyen t.c.'yi daha fazla soyutlayıp yeni faşist rejimlerin cephesine itmemek, gelecekte uluslararası kanunlara katılımını desteklemek için Fransa'nın davasını düşürüyor, hatta Hollanda, Den Haag (Lahey) den mustafa kemal'e tunç bir 'bozkurt' heykeli hediye ediyor.
Hiçyoktan egolar pofpoflanıyor, kemal de bu fikrin sahibi mahmut'u yerlere göklere çıkartarak kendisine davadaki başarısından ötürü 'ateştentürk' soyadını öneriyor ama o af dileyerek S.S.Lotus'a çarpıp batan türk gemisi "bozkurt"u soyadını alıyor. Mahmut ve Kemal arasındaki aşkı o andan sonra ancak hayâl edebiliriz! Ama bildiğimiz genç bakanın ne dediği:

“Benim düşüncem şudur: Herkes, dostlar, düşmanlar ve dağlar, bu ülkenin efendisinin Türkler olduğunu bilmelidir. Saf Türk olmayanların, Türk Ana Vatanında sadece bir tek hakları vardır:  Hizmetkâr olma hakkı, köle olma hakkı.” 
Mahmut Esat Bozkurt 19 Eylül 1930'de Ödemiş'te "T.C. Adalet Bakanı"
olarak...
✖✖✖
←“Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklartalep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.”
O "Adalet" Bakanının Başbakanı İsmet İnönü...
✖✖✖

 -“Efendiler...Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhiselam’ın oğlu Yasef’in oğlu olan kişidir..."
 O Başbakanın Diktatörü Mustafa Kemal...


Nasıl barışcı olunur ırkcılıkla beraber? Birbirlerini dışlayan kavramlar.... Nasıl ırkcı olunmaz milliyetçi olunca?..

"Milliyetçilik ‘tenâkür’e, yani başka milletlere karşı antipatiye dayanır. Bu yüzden kendisini ‘öteki’nin yerine koyan ve ona ‘tearüf’, yani sempati duyan tüm duygu ve düşünceler milliyetçiliğe yabancıdır." 
Bunu diyen Mustafa Kemal'in "fikirlerimin babası" dediği Ziya Gökalp, hani 'Kızıl Elma', 'Altın Işık', 'Türk Töresi', 'Türkçülüğün Esasları' gibi propaganda şaheserleri yazan bu ideolog müsveddesinin bunu söylemesi bana 'Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı'Joseph Goebbels'in bunları söylemesini getirdi:
"Eğer yeteri kadar büyük bir yalanı tekrar tekrar ederseniz, sonunda insanlar inanacaktır.
Yalan ancak devlet o insanları o yalanın siyasi, ekonomik ve/veya askeri sonuçlarından koruyabildiği sürece sürdürülebilinir. Öyleyse devlet için elindeki tüm güçleri görüş ayrılığını bastırmak hayati önem taşır, çünkü gerçek, yalanın ölümüne düşmanı ve dolayısıyla, gerçekler devletin en büyük düşmanıdır.”
Bunların hepsi faşisttir.. Türkeş gibi şaklaban olmasalar da, eninde sonunda en iyi ihtimalle 'potansiyel faşist'tirler. Diyeceğim budur.
Her insanın belli fikirleri vardır. Kafasından din, tanrı ve ulus kavramlarını atmış bir birey olarak kimseye yaltaklanmak zorunda değilim. kemalizme karşı olduğum için şeriatçı, PKK'li, ermeni-yahudi-rum-rus-komunist- intibası uyandırmak (ki eğer ûyle görüyorsanız) bu benim tavrım değil sizin anladığınızdır.
Kurtuluş savaşı, kahramanlık hikayeleri, savaşçı ve kahraman bir millet olduğumuzu vesaire hepimiz duyduk bunları. Peki kurtuluş savaşında köylerden toplanan insanların zorla cephelere sürüldüğü neden konuşulmuyor?
Kimlik sorununun yanısıra anlayış sorunu da var insanlarda. Daha kavramların ne olduğunu dahi bilmeden karşıtlık oluşuyor. Bir de verilen eğitim sürecinde kafalara 'insan hayatının değeri', fikirler, haklar, gereksinimler, nesnel tarih, DOĞRULUK değil, "O olmasaydı yamyamlar annelerimizin ırzına geçerdi", "elimizdeki herşeyi yüceöndere borçluyuz" gibi saçmalıklarla tamahkar bir halk duygusu işleniyor ki bu da bir baskı ve daraltma ortamına dönünce özgür düşünce başlamadan noktalanıyor. Nasıl ki şeriat sorgulatmıyorsa içerisinde bulunduğunuz sistem de kendini garanti altına alarak, sorgulanmasını koyduğu yasalar, propagandası ve dur-durak bilmeyen kültür savaşı vasıtası ile engelliyor insanların düşünmesini. Biri çıkıp da "Yok kardeşim öyle değil, böyle!" deyince kafasına vurulup susturulmaya çalışılıyor.
Ama sorular dinmiyor, her yeni nesilde aynı soruları soracak birileri çıkıyor. Ne zaman elini atsan gerçek tarihe, 'resmi tarihin' saklayıp kimsenin bir kere bile anamadığı, o afralı-tafralı Makedonya'lı Mustafa Kemal'den çok daha Türk insanların kâtli çıkıyor ortaya. Bırakın tarih derslerinde size okutulan martavalları. Hiç duymayanlar, bilmeyenler, kopya çekerek geçenler, o yalan yanlış çarpıtılmış 'kemalist tarih'e mâruz kalanlardan daha şanslı. O insanları boku bokuna öldüren diktatörün savunucularına sormalı, "ne diyorsunuz, o "Savaşmayı reddedenlerin 'ibreti alem' olsun diye idam edilmesine?" diye... Osmanlının kahrını O KADAR çektikten sonra ne sebepten olursa olsun kimsenin savaşına gitmeme hakkında direnen bireyler? Mustafa Kemal' peşinde herşeylerini verdikten sonra diktatör tarafından keyfî olarak öldürülenler, her köşeye sıkıştıklarında, her kafaları attığında 'hain-bölücü' târifini değiştirip paranoyaklığa daha da batan kemalistler tarafından harcananlar... Onların hikayelerine ne oldu?..
Sadece cevaplarındaki ırkcılığı görmek için sorulur...
Bunlara rağmen her şeylerini, hayatlarını veren insanların değil de savaşta burnu dahi kanamayan komutanların kahramanlık hikayelerinin anlatılması ve varlık nedeninin onlara dayandırılması... Kemal'in bu denli ilahlaştırılması.BUNUN 90 SENE YAPILMASI.!. Bu kadar insana, zorla yapılması....hiçbiri insanlık değil bunların!
Sonra 'niye bu kadar dolusun' diye soruyor kemalistler "Niye bizden nefret ediyorlar?" diye soran aptal Amerikalı'lar gibi...
    EVET, Kusura bakmayın ama bunların konuşulmasının ya da eleştirilmesinin dahi engellenmesi bana hiç de etik gelmiyor, onun için elimden geldiğince zorluyorum tabuları. Biliyorum nasıl bir sabitfikirlilikle karşı karşıyayım, nasıl beyni yıkanmış insanların. Tarih nesnel olarak aktarılmadığı müddetçe bu ideolojiler kafalara kazınırsa bittabi kemalizm her gencin sarılacağı süper kahraman olur. Aslında sorunum geçmişteki ya da şu anki iktidarla bile değil, sorunum "iktidar"la. Adalet güç kullanarak sağlanamaz. İktidar olmak için de pasif kalınamaz ama iktidar isteyen kim? Kafası kapalı gamalist sabitfikirlileri içinde bulundukları garibanlıktan çıkarma gibi bir amacımız yok.
Gerçekte, hiç bir amacı yoktur bu yazının.. Basit olduğu kadar çetrefil 'türk esperantosu' bir dilin kelimelerinin dansını seyrediyorum ben de her okuyan gibi. Konuşmadığım bir dilde yazıyorum. Konuşmadığım insanlarla, ait olmadığım bir kültürle iletişim, hem ilginç hem de komik. Geçenlerde birisi 'türklüğünden utan' dedi...söyleyecek tek söz bulamadım bir anda. İnternet sayesinde her türlü fanatiklerle karşılaştım ama bu akılları çarpıtmış 'türkiye-şartlandırması' hem BF Skinner'i hem de Pavlov'u mezarlarında dansettirebilecek tek sosyal şartlandırma bence... Kimlik kargaşasında fanatikleştikçe fanatikleşen garip bir toplum. Onlarla beraber yaşamak zorunda olduğum zamanlar benim sıtkım-sıyırdılar, ben de şimdi bu birikimden bol kese harcıyorum, olay bu. Onların o kutsal zannettiği, tapındığı değerlerin üzerine böyle mecâzi olarak işiyorum, zevkle yaptığım birşey. Basit bir "elimde olsa mezarlarınıza da işer, bir de o 'tapınakkabir' denilen ucubenin ortasına sıçarım" ile sarsılacak tutuk kafalı insanların tepkileri bir tarafa, bütün bu tantana arasında 'duygusallığın ötesi' insanlığı, özgürlüğün onurunu görüp seçebilen insanlarla paylaşmak da cabası.


✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir...✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus...✖kemalismo è fascismo... ✖ Le kémalisme est le fascisme ...✖

“Atakürt” , Ahmet Altan'ın '7 Nisan 1995' tarihli efsanevi makalesi

Atakürt
7 Nisan 1995
Ahmet Altan

Mustafa Kemal, Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını “Kürdiye Cumhuriyeti” koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla “Atakürt” adını alsaydı...
Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına “Kürt” deneceği için hepimiz “Kürt” sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay Meydanı’na, Kordon’a “Ne mutlu Kürdüm diyene” pankartları asılsaydı...
“Kürdiye’de” Türk olmadığı, herkesin aslında Kürt olduğu söylenseydi, kendilerini Türk sananların aslında “deniz Kürdü” oldukları iddia edilseydi...

Kürtlerin “yedi bin yıllık” bir tarihi bulunduğunu, Anadolu’nun esas sahiplerinin Kürtler olduğunu, Moğolların, Hunların, Etrüsklerin aslında Kürtlerin atası sayıldığını, Osmanlıdaki Kürt paşalarının kahramanlıklarını derslerde okusaydık.
Teoman, Cengiz, Atilla, Osman gibi isimler almamız yasaklansaydı, Berfin, Beruj, Tiruj, Nevruz gibi isimler almak zorunda kalsaydık...
Türkçe televizyon kurulması yasak edilseydi, bütün televizyon yayınları Kürtçe yapılsaydı...
Romanlarımızı, hikayelerimizi, şiirlerimizi Kürtçe yazmak zorunda kalsaydık, yalnızca Kürt şarkıları dinleseydik, gazetelerimizi Kürtçe çıkarsaydık...
Okullarımızda yalnız Kürtçe okutulsaydı ve Türkçe okutulması yasaklansaydı...
“Biz Türküz, bizim bir tarihimiz, bir dilimiz var” dediğimizde sorgusuz sualsiz hapislere atılsaydık.

İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Bursa’da, Edirne’de polis sürekli olarak bizi izleseydi, “özel timler” bizim “Kürdiye Cumhuriyeti’ni” parçalamak isteyen “ayrılıkçılar olmamızdan” kuşkulanıp hepimize sürekli “suçlu” muamelesi yapsaydı, sırf Türk olduğumuz için hakaretlere uğrasaydık.
12 Eylül darbesinden sonra bütün batı bölgesindekiler hapishanelere doldurulsa, inanılmaz işkencelerden geçirilse, boğazlarına kadar çamurların içine battıkları hücrelere konsa, tazyikli sularla iç organları perişan edilse, azgın köpeklerle bacakları parçalansaydı...

Evlerimiz basılsa, ayrılıkçı “Türk teröristlere” yardım ettiğimiz iddialarıyla apartmanlarımız yakılsa, biz evimizden bir eşya bile alamadan çıkarılıp, Diyarbakır’a, Hakkari’ye sürgüne gönderilerek, çadırlarda yaşamak zorunda bırakılsaydık...
Biz Türkler buna razı olur muyduk, “işte hepiniz Kürdiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak birer Kürtsünüz, ayrıca Türklük diye niye tutturuyorsunuz, isterseniz başbakan bile olabilirsiniz” sözlerini bir hakkaniyet işareti olarak kabul eder miydik?
Yoksa, Türk kimliğimizin, dilimizin, kültürümüzün, bu ülkenin “eşit” vatandaşları olarak kabul edilmesinde ısrarcı mı olurduk?

Bu ülkenin Türk ve Kürt vatandaşları var ve tarih “Türk” çizgisinden yürümüş, bugün bizim “Türk” olarak kabul edemeyeceklerimizi Kürtlerin kabul etmesini istemişiz, bu yersiz istek sonunda patlamış, ülke önce teröre arkasından bir iç savaşa yuvarlanmış.

Türkiye’nin bu kanlı karmaşadan “demokrasiyle” ve Kürt vatandaşların “kimliklerinin” kabulüyle kurtulacağına inanan insanlar, bu düşüncelerini dile getirdiklerinde, bizim yöneticilerle taraftarları hep aynı soruyu soruyor:
- Nedir demokratik çözüm, nedir Kürt kimliği?
Biz Türkler, bir “Kürdiye Cumhuriyeti’nde” yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi.
Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit oldugunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemeye değer mi?
Değmez diyenler “demokrasi” istiyor işte.
Demokrasiyi getirmek çok mu zor zanaat?
 ★


✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir...✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus...✖kemalismo è fascismo... ✖ Le kémalisme est le fascisme ...✖